İtibar. Ne ağır bir kelime değil mi? Onur, şeref, haysiyet... Bunlar beylik laflar. Kullanırken dikkat etmek lazım. Altını dolduramazsan insanı altına alıverir; ezer, geçer.
Artık bırakın çoluğunun çocuğunun geleceğini, kendisinin ertesi yılını kestiremeyen insanlar için tasarruf kaçınılmaz son. Peki ya itibar? İtibar konusunda yakışır mı insanoğluna tasarruf tedbirleri uygulamak? Peki ama hangi itibar? Kimin itibarı?
İtibar kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre karşılığı, saygınlık. Yazar Necati Cumalı “Benim bir kuru itibardan başka neyim var bu dünyada kaybedecek?” demiş. Yani itibar son döneme kadar; daha çok, bu dünyanın maddi kaynaklarından yeterince payını alamayan insanların dürüstlük ve güvenilirlikleri ile elde ettikleri saygınlıklarını ifade etmede kullanılırken; günümüzde itibar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın temel ilkelerinden olan “İtibardan tasarruf olmaz!” anlayışı ile önce Cumhurbaşkanlığı Sarayının maliyetine, ardından da ülkede sorgulanan bütün lüks harcamalara karşı savunmanın temel argümanını oluşturmaya başladı.
İşin ilginç yanı, itibardan tasarruf olmaz zihniyeti en çok da düşük gelir grubunda ve muhafazakar kesimde karşılık buldu. İtibarı; başkaları karşısında maddi olarak ezilmemeye hatta herkesten daha lüks yaşayabilmeye endeksleyen muhafazakar ve genelde de düşük gelir grubundaki insanlar, bu yeni itibar tanımındaki unsurları kendilerinde aramazken, lüksü ve gösterişi en çok devlet yönetimine yakıştırdılar. Bu elbette Osmanlı’dan kalma bir durum. Halk karın tokluğuna yaşam sürerken saray mutfağında ziyafet olması, bu topraklar için hiçbir zaman sorgulanacak bir durum olmadı, aksine belki de en büyük gurur kaynağıydı.
Genel itibarıyla alan razı veren razı olduğuna göre, kağıt üzerinde inançları gereği de israfa karşı olması gereken ama lüksü ve şatafatı milletin parası ile devlete yakıştıran insanlar halinden mutlu olduğuna göre, her hali tutarsız ve çelişkili bu durum için zamanımızı boşa harcamayalım.
Devlet yöneticileri; milletin itibarı (!) için Marmaris'te deniz kenarına, Bitlis'te Van Gölü kıyısına, Ankara’da ise Atatürk Orman Çiftliği sahasına saraylar yapadursun, biz önce biraz hesap kitap yapıp bu para ile satın alınan bir şey sanılan itibarın topluma maliyetini görelim; ardından da, TDK’daki anlamıyla itibar konusunda devlet yönetimi ne halde onu biraz gözler önüne serelim.
Dönelim 2015 yılına. Dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamalarına bir bakalım.
“Araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını yapanlar, topu topuna genel müdür ve üstünden bahsediyor. Taş çatlasa 2 bin genel müdür var. Hadi 40 müsteşar ve 100 müsteşar yardımcısı olsa abartıyorum, 26 bakan bunların hepsini toplasanız Türkiye'nin milli gelirinde, bütçesinde çerez parası değil, çerez. Bakın 2014 yılında Türkiye'deki bütün araçların satın alınması, kiralanması, bakımı, onarımı ve yakıtı 3 milyar 300 milyon liradır. Türkiye'nin bütçesi 473 milyar liradır. Binde 7'de bahsediyoruz. Bakın, şu anda bütün siyaset indirgenmiş, binde 7'ye indirgenmiş. Niye? Çünkü vizyon yok, program yok, proje yok. Kusura bakmayın bunları söylemem lazım, çünkü programları olsa, vizyonları olsa bunları konuşurlardı. Gelip burada yapılmış bir cumhurbaşkanlığı yerleşkesinden, efendim araç konusuna bütün sermayeleri bu olmazdı.”
2014 yılında ortalama Dolar/TL kuru 2,20 imiş. Yani 2014 yılında makam araçları için harcanan para 1,5 milyar dolar. Bu çerez parası olarak tabir edilen ve hatta peşine düşüldüğü için muhalefetin çapsızlıkla itham edildiği para ile neler mi alınabilir? Mesela önce satın almak mantıksızdı kiralamaya karar verdik denilip ormanlarımız göz göre göre yandıktan sonra “Cumhurbaşkanımızın takdiri ile” açıklaması ile satın alınma kararı verilen uçaklardan 42 tane alabiliyorsunuz. Bir yangın söndürme uçağı 35 milyon dolar.
Bu arada eski bakanın açıklamasını ve hesaplamayı görüp ona kızmayın. Çünkü kendisinin adı geçenlerde Millet İttifakının cumhurbaşkanı adayları arasında geçti. Eski bakana kızmayın dediysem, 20 yıldır hiçbir planı projesi olmayan, toplumu iktidar partisine mahkum eden ve hala kendine lideri iktidar partisinin çıkma parçalarında arayan muhalefete ise atış serbest!
Dönelim şu çerez meselesine. Şöyle düşünelim; bu sayın bakanlarımız, genel müdürlerimiz, müsteşarlarımız, müsteşar yardımcılarımız bir yıllığına S Class Mercedes’e değil de VW Passat’a binseler (Passat yazdım ki kendisi açlık sınırının altında yaşarken kendisini yönetenlerin Ford’a, Toyota’ya ya da Peugeot’a bindiğini gören halk ulan acaba bizim devlet kötü mü yönetiliyor demesin) yıllık makam aracı masrafının 4’te 3’ünden tasarruf edilebiliniyor. (Mercedes S 400 D’nin vergisiz fiyatı 1.2 milyon TL, VW Passat’ın en donanımlı paketinin vergisiz fiyatı ise 300 bin TL.) Devlet bütçesinden yapılacak sadece bir yıllık makam aracı itibar tasarrufu ile 30 adet yangın söndürme uçağı alınabiliniyor yani. Bu uçaklar bu ülkenin malı olsaydı, diğer yıl bu bakanlar, genel müdürler, müsteşarlar, müsteşar yardımcıları S Class Mercedes’lerine kaldığı yerden devam etseydi olmaz mıydı? Yani bunlar çerez parasıydı ya hani. Bir yıllığına babalar Antep fıstığı, kaju, fındık, badem değil de tuzlu fıstık, ceviz, sarı leblebi, beyaz leblebi yese olmaz mıydı?
Net cevap vereyim olmazdı. Çünkü devleti yönetenler lükslerinden yani itibarlarından bir kere ödün verdiğinde toplum diğer yıllar için de başka temel ihtiyaçları için devleti yönetenlerden lükslerinden yani yeni nesil itibarlarından feragat etmelerini isteyebilirlerdi. Uyuyan güzeli öpüp uyandırmanın ne gereği var şimdi?
Ülkesindeki insanları refah içinde yaşatan bir devlet anlayışından çok, devletin var olması için bu uğurda sefalet içinde yaşamanın, acı çekmenin hatta can vermenin kutsandığı bir anlayışa sahibiz. Bu bakış açısı ile de sürekli bir ölüp bin diriliyoruz.
Şimdi biraz da anam babam usulü itibar anlayışında devlet yönetimimiz ne durumda ona bir göz atalım.
2019 Yılı Şubat Ayı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Kahramanmaraş’taki Müftülük Meydanından seçmenlerine seslenirken şu cümleyi kuruyor.
“Bugün Avrupa halkları kendi topraklarında huzur ve güven içinde yaşıyorsa Türkiye'nin ve Türk milletinin fedakarlığı sayesindedir.”
Erdoğan konuşmasında, Türkiye’nin AB ülkesi 28 ülkenin toplamının 2 katı kadar mülteciyi barındırdığını ifade ediyor. Yani tercüme edecek olursak da, Türkiye’nin ve Türk milletinin cansiparane bir şekilde mültecilerin çoğunluğunu ülkede barındırarak AB ülkelerini mülteci akınından koruma görevini üstlendiğini; ülke vatandaşları için kullanılması gerekli kaynakların, mültecilerin AB ülkelerine musallat olmaması için kullanıldığını anlatıyor.
Birleşmiş Milletlere göre mülteci “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi” demek ama bizim mülteciler bayramlarda ülkesini ziyarete gidip eşi dostu ile hasret giderip geri dönüyor. Suriyeli gençler Türk Öğrencilerin girdiği üniversite giriş sınavına göre çocuk oyuncağı kıvamındaki Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavına (YÖS) girerek üniversite okuyor. Mülteci statüsündeki Suriyelilere sağlık hizmeti ise ücretsiz.
Aman diyeyim Avrupa halkları topraklarında huzurlu olsunlar biz Suriyelileri de besleriz, Afganlara da kol kanat gereriz. Devletinin itibarı için devleti yönetenler son model Mercedeslere binsinler diye kendisi açlık sınırının altında maaş alma fedakarlığını gösteren bu halk, Suriyeli ve Afgan din kardeşleri ile ülkesini, ülkesinin kaynaklarını, gençlerinin geleceğini paylaşmış çok mu?
2019 Yılı Haziran Ayı.
31 Mart 2019 seçimleri iptal edilmiş. İptal edilmiş derken aynı zarfa konulmasına karşın AK Parti çoğunluğunun sağlandığı meclis seçimi geçerli olmuş fakat Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı Belediye Başkanlığı seçimi iptal edilmiş. Böyle bir iptal yani. Yeni seçim 23 Haziran’da.
Tarihler 21 Haziranı gösterdiğinde TRT Kürdi kanalı ekranlarında Osman Öcalan. PKK Terör Örgütü Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi. Kırmızı bülten ile arandığı iddia edilen ve halen bu konuda bir netlik bulunmayan Osman Öcalan, röportajında; “Ekrem İmamoğlu ciddi bir mesaj vermedi Kürtler için. Elinden geldiğince Kürtlerden kaçtı ve kendini onlardan bağımsız tutmaya çalıştı. Kürtler için CHP’nin hiçbir projesi yoktur” diyor.
31 Mart’taki seçimi sandıkta kaybeden ama aynı zarftaki oylardan işine geleni geçerli, işine gelmeyeni ise geçersiz sayan iktidarın seçime iki gün kala PKK terör örgütü liderinin kardeşini devlet televizyonuna çıkarması aksine olumsuz etki yaratmış olacak ki %0,25’lik fark %9,25’e çıkmıştı. O kadar büyük infial yaratınca konu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da önüne geldi elbette. Cumhurbaşkanı ise durumu şu şekilde izah etmişti:
"Doğrusu ben Osman Öcalan'ın kırmızı bültenle arandığını bilmiyorum ancak TRT'ye müracaat etmiş ve TRT Kürdi'de böyle bir program yapmışsa bunu da TRT'deki arkadaşlarımız bilirler... TRT'yi yönetenler bütün hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak adımlarını atarlar ve TRT Kürdi'nin reytingini yükseltmeyi de düşünür, ülkeye neyin, nasıl faydalı olacağını da düşünür, buna göre de adımını atar ve buna göre de adımlarını atmışlardır."
Devlet yöneticilerinin saraylarda yaşayarak Türk Milleti’ne itibar kazandırdığına inanan her iki kişiden birinin, TRT Kürdi kanalı daha fazla reyting alsın diye seçimden iki gün önce Osman Öcalan’ın ekrana çıkarıldığına inanmasına da şaşırmamak gerek fikrimce.
2021 Yılı Mayıs Ayı.
Covid-19 tüm yıkıcı etkileri ile dünyayı ve Türkiye’yi etkisine almışken, ülke döviz arayışına girmişken biraz olsun nefes alabilmek için umudunu yabancı turiste bağlamıştı. Turizme dair her şeyin güvenli olduğu turiste ispatlanmak istenmiş ve bir video çekilmişti hazırlıklara dair. Videoda bütün çalışanlar olması gerektiği gibi maskeli. Ama sarı bir maske. Üzerinde de İngilizce bir ifade. “Enjoy, I’m vaccinated” Türkçe meali şu: “Keyfine bak. Ben aşılıyım.” Maskenin iç yüzünde de korkma ısırmam falan yazıyor mu bilinmez ama görünen kısmı bu kadar.
İngilizce bilmeyen milliyetçi muhafazakarlar anlamsızca birbirine bakıp olayı anlamaya çalışırken sosyal medya tepkili. Artan tepkiler üzerine Kültür Bakanlığı videoyu yayından kaldırıyor. İspanya, Yunanistan gibi turistik ülkeler gelen turistten aşı ya da PCR testi isterken, Türkiye’ye ziyaretin hiçbir kısıtı yok, turist döviz getirsin yeterdi. Teknik olarak, ateş ölçerlere yakalanmayan yani ateşi olmayan Covid pozitif bir turist ülkemize gelip elini kolunu sallayarak gezebiliyorken, turistin karşısına çıkacak bütün personelin aşılarının tam olduğu, uysal ve saldırgan olmayan türlerden seçildiği turiste taahhüt ediliyordu yani.
Edirne’de sınırdan geçince vatan toprağını öpen ve Avrupa’nın fakirlikten kırıldığını söyleyip Türkiye’nin her geçen gün daha güçlendiğini ifade eden gurbetçi vatandaşlarımız ve sokak röportajlarında Avrupa’ya meydan okuyan bir lidere sahip olduğu için her gün yaradana şükreden halkımız için sorun yoksa bu konuyu da çok fazla uzatmaya gerek yok. “Görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok! Ne harika değil mi?”
Sonuç olarak itibar parayla satın alınabilen maddi bir şeyse de, saygınlık anlamına gelen manevi bir şeyse de umarım toplum olarak en kısa sürede iade-i itibarımıza kavuşuruz. Çünkü bu aralar her ikisinde de malum işler kesat.
Eğer yazıyı beğendiyseniz;
Yeni yazılardan haberdar olabilmek için siteye ücretsiz üye olabilir ya da sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz,
Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıyı aşağıdaki logolar vasıtasıyla whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.
Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.
Yorumlar